Elif Çiğdem ŞAHİN
-
guneslibiryer@hotmail.com
31.01.2024
-
467 defa okundu..
Çanakkale'de Fransız Egzistanziyalizmi Ya Da Beynelminel Sinemaya Çanakkale Damgası..
Hadi Oscar'da en iyi yabancı film adayları arasına giremediği için Avrupa sinemasına damga diyelim, ne de olsa Cannes'da bir ödülü var. Çanakkaleli Nuri Bilge Ceylan'ın Kuru Otlar Üstüne filminin.
Sizi kızdırmayı göze alarak konuya ortasından dalacağım.
'Aynı Şeyleri Hep Birlikte Düşünmeyi Sevenler Kulübü'
İnsan, ne kadar iyi bir yönetmen olsa da, durup durup açıktan politik olmaya karar verdiğinde demek bayağı acemileşebiliyormuş.
Filmin bir noktasında kadın, iki adamı ailesiyle birlikte oturduğu eve akşam yemeğine çağırır. Daveti, ikisi adına alan adamlardan biri, arkadaşına bu daveti iletmez ve yemeğe tek başına gider öğretmenlik yaptığı köyden kasabaya ..
Nuray ve Samet'in, Nuray'ın evinde akşam yemeği yediği masanın iki ucunda, aralarında geçen diyalog, siyaseten 'acemi' değilse ne olarak adlandırılabilir bilmiyorum.
Anladığım kadarıyla bu yemek sahnesindeki diyalogları Marksizm'le Varoluşçuluk arasında bir salıncakta gidip geken Akın Aksu yazmış. Belli ki salıncakla birlikte kendisi de bir uçtan diğer uca savruluyor.
Konu şu ki böyle bir sahneyi herhangi bir yönetmen de rahatlıkla çekebilirdi gibi geliyor bana. Dahası Nuri Bilge'nin Çehov ve Dostoyevski takıntısını -kötü anlamda değil- bilmekle beraber Sartre'a da düşkün olduğunu hiç duymamıştım.
Bu yüzden üçüncü senariste bakma ihtiyacı hissettim, Akın Aksu'ya. Bir de ne göreyim, o da Nuri Bilge Ceylan gibi Çanakkaleli! Yemek sahnesindeki diyaloğu onun yazdığını da Çanakkale'de yerel bir gazeteye, eski iş arkadaşına verdiği röportajdan çıkardım.
Gelelim benim yazımın gizemli bölümünün açıklamasına : Sözde hararetli politik tartışmanın ortasında Samet birden konuyu bağlamından koparır. Ki bağlam yaşadığın toplumdaki adaletsizliklerle mücadele mi edeceksin yoksa olan biten herşeye gözünü kapatıp yuvarlanıp gidecek misin
"Ben fedakarlığın bile diğerini kendine borçlu bırakmak anlamına geldiğini düşünüyorum çoğu kez.Yani orada kendini patlatan canlı bombanın bile amacının yok olmak değil var olmak olduğunu görüyorum. İdeolojik güdülerle bir araya gelmiş insanların her bişeylerine sinen o kör ahlâklarına, birbirleriyle hem fikir olmanın mutluluğunu yaşamalarına, ya da o hak edilmemiş ayarsız güvenlerine de sinir olmadan duramıyorum yani kusura bakma hep birlikte aynı şeyi düşünebilmek niye bu kadar önemliyse.. Bense bütün bu gürültünün ortasında yapayalnızım".
Tabii bu kolajın bilmediğim kısmının kime ait olduğunu henüz çıkaramadım Aksu'ya ait değilse. Bildiğim kısmı kesin olarak Jean Paul Sartre'a ait. Nerde görsem tanırım, yıllarca duvarımda asılı kalmış bir alıntıdır çünkü Bulantı romanından:
'Bu sevinçli, akıllı uslu insan sesleri arasında yalnızım. Bütün bu adamlar, vakitlerini dertleşmekle, aynı düşünde olduklarını anlayıp mutluluk duymakla geçiriyorlar. Aynı şeyi hep birlikte düşünmeye ne kadar da önem veriyorlar.'
Filmin sonundaki atıflarda Sartre'a bir gönderme yoktu ve çok emin olduğum için, bunun arayışına girdim.
Cevabı yıllar önce Akın Aksu'nun yerel bir gazeteye verdiği röportajda buldum. Orada hayatının bir döneminin Varoluşçuluk, Sartre ve Beauvoir'a takıntılı geçtiğini okudum. Her ne kadar daha sonra Sartre'ı bırakıp Beauvoir hayranlığını sürdürmüş olduğunu söylese de, bu yemek sahnesindeki bu sözler koca varoluşçuya ait.
Bu göndermesiz sahip çıkışa biraz bozulduğumdan konuya böyle girdim.
Filmin ana izleklerinden biri sınıf ve resim öğretmeni Samet'in kız öğrencilerle olan yakın ve samimi ilişkisinin bir noktada bizzat o ergen kızlar tarafından resmi olarak şikayet edilmesi. Herhalde burada en hassas konularımızdan biri olan pedofili meselesi ortaya çıktığı için özellikle üzerine düşülmesi normal karşılanmalı.
Fakat benim filmde itiraz ettiğim Samet'in aslında 'pedofil' olmayan ama iç zayıflıklarını kapatmak için küçük kız öğrencilerin ilgisinden mutlu olan yanı değil.
Benim itiraz ettiğim, bugüne kadar filmlerinde karakterlerini hiç savunmayan Nuri Bilge Ceylan'ın koca filmi Samet'in davranışını meşrulaştırma çabasıyla bağlaması. Küçük kızlara iyi davrandım ama bir sorun niye iyi davrandım diye bitirmesi. Karakterini bu kadar korumak istiyorduysa küçük kıza ayna hediye ettirmeyecekti o zaman. Samet'in insanların açık olmayışına tepkisi yüzünden Nuray'a ve ev arkadaşı Kenan'a kızgınlıkla davranmasını çok insani bulanlar olmuş. Ekşi Şeyler'de okudum, arkadaşım yolladı. Bu algıyı, filmin sonuyla birleştirdiğimde o vakit filmi ben Samet'in doğrulanması olarak mı görmeliyim
Paradoksal olarak yine de filmi izleyenlerin çoğunluğunun Samet'le empati kuramamasına ne demeli. Ben bunu filmin sonundaki o gereksiz çabaya bağlıyorum, kendi adıma.
Bir de şunu düşünüyorum Nuri Bilge Ceylan için, demek uçsuz bucaksız bozkırlar, sonu gelmeyen kar tipileri altında yaşadıkları zor hayatlarla ilgili cümle kurmayan, susan insanlar, kendilerini her saniye açıklamak zorunda hissetmeyen insanların olduğu filmler, o insanlarla ilgili daha çok şey anlatıyor.
Kendini ve dünyayı dil üzerinden açıklama çabası 'bu' insanın gerçek sakatlığı ve özürü. Bunun nedenini kendimce bağladığım bize özgü, öznel bir durum var. O da şu, biz Türkler, dili, gündelik yaşamımızda öyle hoyrat, öyle özensiz kullanıyoruz ki. Bizde dilin değeri yok. Ne zamanki gerçekten ona ihtiyaç duysak ortada kalmamız çok normal. Bizim yaşadığımız ve kullandığımız Türkçe'de dilin olanakları sıfır.
Biz ancak, dağla, denizle ve suskun insan yüzleriyle iletişim kurabiliyoruz. Bunu tavsiye ettiğim ve güzellediğimden değil. Sadece durumu tespit ediyorum. Kendini dille ifade edebilmenin olanaklarını çalışmadığınız sürece, dilini iyi kullanan Fransızların ve Rusların üzerinden kendimizi anlamaya devam edeceğiz.
Bu anlamda Nuri Bilge Ceylan'ın Bir Zamanlar Anadolu'da ve Kış Uykusu filmleri bana göre çok daha politik ve gerçek. Politikanın, adalet için sokağa çıkacak ve uzuvlarını kayıp mı edeceksin yoksa bunların hepsi çok saçma, doğal olalım, gerçek olalım arasında sıkıştığı bir diyalog mu yazacaksın Yoksa kendini ifade etmenin 'medeni' bir ihtiyaç olarak aracı olarak kullandığın dilinin olanaklarını mı genişleteceksin
Bence ikincisinin zamanı gelene kadar susmakta fayda var.
Bu da benim takıntım. Herşeyi dile ve dilin kullanımına bağlıyorum.
Samet'ten devam etmek gerekirse:
'Ama yine de içimdeki o eşsiz kaynağın şırıltısı, en sessiz anlarda bile karşı çıkmanın ve sıkışmanın ne denli insanca olduğunu hatırlatıyor bana. Yani takıntılarla fikirler arasındaki farkı görebilecek yeteneğimin olması beni yozlaşmış durumuna düşürmez bence"
Takıntılarla fikirler birbirinden nasıl ayrılır Muhtemelen kavramlarla. Kavramlara ayıracak vaktiniz varsa.
Yoksa bir kar tipisinin ortasında kilometrelerce yürüseniz de durgun donu yazamazsınız. Koca ülkenin karlar altında kaldığı bir kasabaya dönüşmesini izlerken bunu bir takıntı haline getirebilirsiniz örneğin.
Ve birgün halinizi sözlerle ifade etmek hevesine kapıldığızda, kar, tipi, kürt, terör, öğretmenlik, bürokrasi kelimeleri içinde insanın sıkışmışlığı ve çıkmazı bir manzara olarak aklımıza kazınır.
Sözlere bir türlü doğru dönüşemeyen..Ben buna Çanakkale Varoluşçuluğu diyorum.